Etiketler: KüreselYönetişim, Güvenlik
Küresel Yönetişim, Güvenlik ve Aktörler:70. Yılında BM
(E) Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül “BM, Dünyanın Ahlâki Şuuru Olmalıdır”
Küresel Yönetişim, Güvenlik ve Aktörler: 70. Yılında BM kitabının Sunuş kısmında (E) Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül şunları söylüyor “Tanınmış bilim adamı MASLOW’a göre, insan ihtiyaçlarının hiyerarşisinde güvenlik en temel unsurlardan biridir. İnsanın yaradılışı gereği pek çok ihtiyacından fedakârlıkta bulunması mümkündür, ancak güvenlikten asla. Ayrıca, devlet hizmetlerinin tarif ve şümulde, rejimden rejime tartışmalı olmakla beraber güvenlik hizmetinin devletin varlık sebebi olduğu konusunda ittifak vardır. 20’nci yüzyıla gelindiğinde, bütün dünya ilk defa ikiye bölünmüş ve bu bölünmenin ardından çıkan Birinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu büyük yıkım ve acılar sonunda o zamana kadar doğal olarak kabul edilen savaş olgusu sorgulanmaya başlanmıştır. İnsanoğlu barış içinde nasıl bir arada yaşayabileceğini, savaşmadan sorunlarını barışçıl yollarla nasıl çözebileceğini düşünmeye başlamıştır. Aristo’nun da belirttiği gibi, sosyal bir varlık olan insan sorunlarını karşılıklı anlayış, huzur ve sükûn içerisinde çözme eğilimine, yani idealizme yönelmiştir. Ancak idealizm ve Cemiyet-i Akvam, İkinci Dünya Savaşı’nın yaşanmasını engelleyememiş, devletlerin iktidarı elinde tutma, tahakküm, en güçlü olma güdüsü bir kez daha çok büyük acılara neden olmuştur. 20’nci yüzyılın ilk yarısında yaşanan ve yaklaşık 50 milyon insanın ölmesine neden olan küresel boyuttaki iki savaşın ortaya çıkardığı enkaz haline gelmiş şehirler ve sosyal travmalar; uluslararası ilişkiler, ittifaklar ve stratejik düşünceler ile tehdit, savunma ve güvenlik gibi kavramları temelden etkilemiştir. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, her an yeni bir savaşın daha çıkabileceği korkusu ve bunu engellemek için küresel ölçekte bir şeylerin yapılması gerektiği inancı, İkinci Dünya Savaşı süresince ve hemen bitiminde ‘galip’ devletler tarafından düzenlenen çok sayıda konferansın ardından, ‘yeni düzen’i temsil eden Birleşmiş Milletlerin (BM) kurulmasına neden olmuştur. Artık hedeflenen; BM’nin, dünyanın ahlaki şuuru olması gerektiğidir”.
TASAM Başkanı Şensoy “Devlet Görünmeyen Bir Bağışıklık Sistemidir”
Kitabının Sunuş kısmında Türk-Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM’ın Başkanı Süleyman Şensoy ise şunları söylüyor “Devleti hep şu şekilde tarif ettim; “devlet görünmeyen bir bağışıklık sistemidir”. Yani işin askerî tarafı, polis tarafı, onun ekipman tarafı, silah tarafı aslında işin biraz psikolojik vitrini, caydırıcı özelliğidir. Devletlerin bağışıklık sistemleri çöktüğünde, polis de, asker de ve onların sahip olduğu ekipman da fazla bir işe yaramaz. Devletlerin görünmeyen bağışıklık sisteminin çok güçlü tutulması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü bağışıklık sistemi çöken devletler çevremizde gördüğümüz gibi çok hızlı kaosa ve istikrarsızlığa giriyorlar, yenileri de yolda. Dünyada yüze yakın ülkenin alt katında yangın üst katında düğün var. Bazı ülkelerin binadaki kat sayısı fazla olduğu için yangın yukarıya doğru çıktıkça kat değiştiriyorlar ama çıkılacak son kat elbet bir gün gelecek. Bu alt katta yangın üst katta düğün formülünün bozulması için de ilgili ülkelerin ve devletlerin biraz daha öngörülü, vizyonlu, ferasetli, basiretli olması gerektiği kanaatindeyim. Devlet doğasının gelişimi yani küresel, bölgesel meydan okumalara karşı devletin nasıl yapılanması gerektiği konusundaki soru önümüzdeki dönemde çok hayati bir önem arz ediyor. Bu anlamda farkında olan ülkeler kendini hemen belli ediyor. Fakat ideolojik kamplaşmalarla ülke sinerjisinin yüzde doksanını kullanamayan ve bu konulara odaklanmaya fırsat bulamayan ülkelerin de bu treni kaçırmak üzere olduğunun altını çizmekte fayda olduğunu düşünüyorum.
Bir diğer reçete; “yumuşak güç inşası” meselesidir. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler kıt kaynaklarını büyük ölçüde sert (askerî) güç kapasitesi inşa etmeye yönlendiriyorlar. Aslında dünyadaki yeni konsept bunun en azından yarı yarıya bölünmesi gerektiği yönünde ve yumuşak güç inşasının sert güçle uyumlu şekilde yönetilmesi gerektiğini söylüyor. Fakat yumuşak güç inşası sıklıkla söylediğimiz gibi sadece çokça sivil toplum kuruluşuna sahip olmayı değil, bu anlamda gerekirse şirketleşmiş gerekirse sivil toplum anlamında stratejik olarak iyi planlanmış bir altyapıyı gerektiriyor.
Sert güçle dengeli hareket eden bir yumuşak güç inşasına bütün dünyada ihtiyaç var. Bu aynı zamanda değerler sorununun aşılmasında da, manipülatif girişimlerin önlenmesinde de çok önemli olabilecek bir enstrümandır. Yumuşak güç inşasına devletlerin, ilgili kamu otoritelerinin çok daha öncelik vermesi gerektiği gözüküyor. Çevremizde yaşadığımız sorunlarda başlangıç olarak hiçbir tehdidin sert güç tarafından gelmediğini, tamamının yumuşak güç üzerinden istikrarsızlaştırıldığını, müteakiben gerektiğinde sert gücün - o da çok lokal ve mobilize olarak - devreye girdiğini hep birlikte görüyoruz. Hem istikrarsızlığa karşı koyması açısından hem de istikrarı sürdürmek açısından yumuşak güç inşasının çokça tartışılması gerektiğini tekrarlıyorum.
Bir diğer reçete ise ilgili bütün ülkelerin bütün bu meydan okumalarla beraber “enerji, su ve gıda güvenliği” konusunu gündemlerinin ve millî güvenlik belgelerinin ilk sırasına taşımaları gerektiği kanaatindeyim. Çünkü şu anda birçok büyük güç özellikle Afrika’da, Asya’da bütün güvenlik senaryolarını, çatışma ve barış senaryolarını enerji, gıda ve su güvenliği üzerinden çalışıyorlar. Örneğin; Himalayalar’dan çıkan bir su iki buçuk milyar insanı ilgilendiriyor ve çok uzun olmayan bir vadede çatışma sebebi olabilir. Dünyadaki gelişmeleri iyi okuduğumuzda enerji, su ve gıda güvenliğinin hayatın devamı açısından ve devletlerin otoritesini sürdürebilirliği açısından en temel alan olduğunu söylemekte fayda görüyorum.
Diğer bir öneri de, “makro hedef bütünlüğünün sağlanması”. Çünkü bir ülkenin siyasi hedefleri ve ekonomik hedefleri ile sektörel hedefleri; peşi sıra, alt alta veya üst üste, aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya birbiriyle uyumlu değilse o ülkenin güvenlik politikaları da, savunma politikaları da çoğu zaman işlevsiz kalıyor, bir takım kişisel ve kurumsal fedakârlıklarla yürütülen süreçlere dönüşüyor. Önce siyasi ve ekonomik hedefler daha sonra güvenlik politikaları ile savunma politikalarının yönetilebilirlik ve sürdürülebilirlik açısından kurgulanması gerekiyor. Bu anlamdaki bu makro hedef bütünlüğünün önemine dikkat çekmek istiyorum. Yoksa bu konferans da dâhil birçok girişim çok az faydayla sonuçlanacaktır diye düşünüyorum.
Bir diğer konu, “din, dil, tarih ve coğrafyaya çok fazla güvenilerek birçok alanın ihmal edilmesi”. Bu bizim kendi bölgemiz için geçerli olduğu gibi herkesin kendi kültürel havzası için de geçerli. Afrika için de, Latin Amerika için de geçerli. Sadece din, dil, tarih, coğrafya beraberliğinden hareket ederek sorunları çözeceğimizi düşünmenin çok yanıltıcı olacağına inanıyorum. Nitelikli insan kaynağına sahip uluslararası işgücünden ciddi pay alan ülkelerin din, dil, tarih ve coğrafya avantajlarını çok maksimize edebileceklerini de öngörmemiz gerekiyor. Hatta bazen bu din, dil, tarih ve coğrafya beraberliği iyi yönetilmediği zaman bölgemizde olduğu gibi çok büyük istikrarsızlıklara ve iç savaşlara da sebep olabiliyor.
Son olarak şunu arz etmek istiyorum; “stratejik iletişim” konusu.
Bildiğiniz gibi NATO güvenlik konseptini büyük ölçüde iletişim olarak yeniledi ve yeni bir birim de oluşturdu bu anlamda. Stratejik iletişimin artık sosyal medya da dâhil olmak üzere çok farklı yorumlandığı bir çağa giriyoruz.
İçinde “iletişim” kelimesi geçtiği için hemen “halkla ilişkiler” olarak algılanıyor ama hayatın her alanındaki verileri kontrol ederek, gerekirse yönlendirerek güvenlik sağlama noktasında hem ulusal hem uluslararası anlamda “stratejik iletişim” konseptinin güvenliğin merkezine oturduğu, bu konuda dünyada ve Türkiye’de birçok tartışmaya ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.
Bütün bu çerçeve içerisinde gerekli önlemleri almazsak her bölgenin kendi “Sykes-Picot”u ile karşılaşabileceğini ve bölgemiz için de böyle bir riskin var olduğunu, yaşanmakta olduğunu da söylemekte fayda görüyorum”.
Kitap | |
Editör | Emel PARLAR DAL, Gonca OĞUZ GÖK, Tolga SAKMAN |
Sayfa Sayısı | 541 |
Basım Tarihi | 2016 |
ISBN | 978-605-4881-17-8 |